Âyetin son cümlesi «Daha önce hiç kimseyi onun benzeri kılmadık» şeklinde de anlaşılmıştır. Zira Hz. Yahya’nın kısır bir anneden doğması eşsiz bir olay, yani mucizedir.
«Mabet»ten şeklinde tercüme edilen «mihrap» o zamanlarda ibadet edilen yer veya Beyt-i Makdis içinde yüksek bir yerdeki hücre manasına kullanılıyordu.)
Allah Teâlâ, yaşlı Zekeriyya ile kısırlaşmış olan eşinden bir çocuk dünyaya göndermekle kudretinin sınırsızlığını ortaya koymuştur. Yukarıdaki âyetlerde buna işaret buyurulduktan sonra şimdi, doğumu mucizeli bir şekilde gerçekleşen Yahya (a.s.)a hitap ediliyor.
Yahya (a.s.)’ın mucizevî doğumundan sonra bundan sonraki âyetlerde Hz. Meryem’in yine mucize olarak Hz. İsa’ya hamile kalması ve onu dünyaya getirmesi olayları anlatılıyor.
Buradaki «doğu tarafı», müfessirlerce Mescid-i Aksâ’nın doğu yanı, yahut Meryem’in evinin doğu tarafı şeklinde tefsir edilmiş, bu sebeple hıristiyanların, kıble olarak doğuya yöneldikleri ifade edilmiştir.
Müfessirlerin çoğunluğuna göre âyetteki ruhtan maksat, Cebrail (a.s.)dir. Hz. Meryem korkmasın ve sözünü anlasın diye Allah Teâlâ, Cebrail’i, bir insan kılığında göndermiştir. Bak. Bakara 2/87.
Rivayete göre Meryem’in kavmi, yememek, içmemek suretiyle oruç tuttukları gibi, konuşmamak suretiyle de tutarlarmış. Yahut oruçlu iken yeme-içmeden kaçındıkları gibi konuşmaktan da kaçınırlarmış. Hz. Meryem de buna uygun olarak sükût orucu adamış olmaktadır.
Âyette anılan Harun, Hz. Musa’nın kardeşi ve peygamber Harun değildir. Bu Harun’un kimliğiyle ilgili görüşlerin doğruya en yakın olanına göre o, Hz. Meryem’in hakiki kardeşidir. Ana-babası gibi o da iffetli ve sâlih bir kimse idi. Bu yüzden işin iç yüzünü bilmeyenler, böyle birinin kızkardeşi olan Meryem’e zina etmeyi asla yakıştıramadıklarını belirtmek istemişlerdir.
Müfessirler, bu âyete şu manayı da vermişlerdir: «İşte Meryem oğlu İsa, (onun hakkındaki bu beyan), hak sözdür ki, onlar bunda şüpheye düşerler.» Metindeki manaya göre İsa’nın hak söz olması, Allah’ın «kün=ol» emrinin eseri olmasındandır.
Tefsirciler, aralarında ayrılığa düşen bu gurupların, yahudiler ile hıristiyanlar veya hıristiyanların kendi içindeki mezhepler olduğunu, bunlardan kiminin Hz. İsa’ya «Allah’ın oğlu», kiminin «Allah’ın kendisi», bir kısmının «üç uknûmdan biri», bazısının da «Allah’ın kulu ve resûlü» dediklerini, böylece ihtilafa düştüklerini belirtiyorlar.
Hz. İbrahim’in, kavminden uzaklaşarak hicret ettiği beldenin, Şam veya Filistin olduğu rivayet edilir. Beyzâvî’nin naklettiğine göre, Hz. İbrahim Şam’a müteveccihen yola çıktığında önce Harran’a gitmiş, orada Sâra ile evlenmiş ve bu evlilikten Hz. İshak dünyaya gelmiştir. Hz. Ya’kub ise, İshak’ın oğlu ve İbrahim’in torunudur.
Yaygın anlayışa göre sadece eski peygamberlerden birinin kitap ve şeriatını devam ettiren peygamber «nebî», kendisine yeni bir kitap indirilmiş olan ve yeni bir din tebliğ eden peygamber ise hem «nebî» hem de «resûl» dür. Hz. Musa’ya Tevrat inzal buyurulduğundan, bu âyette nebî ve resûl olarak anılmıştır.
Hz. Musa, ailesi efradından Harun’un, kendisine vekil ve yardımcı tayin edilmesi için Allah’a niyazda bulunmuş, Allah Teâlâ da onun bu dileğini kabul etmişti.
Müfessirlerin belirttiğine göre, Hz. İdris’in asıl adı Uhnûh’tur; Hz. Nuh’un üçüncü batından dedesidir. Kendisinden önce insanlar hayvan postları giydikleri halde o, elbise dikmeyi icad etmiş, ayrıca ilk defa kalem kullanan, yıldızlar ve hesap ilmi üzerinde düşünen insan olmuştur. Kendisine 30 sayfa vahiy inmiştir.
Abdullah b. Abbas’ın bir rivayetine göre Resûlullah (s.a.) Cebrail’e: «Ey Cebrail, bizi şimdi yaptığın ziyaretlerden daha fazla ziyaret etmenden seni engelleyen bir şey mi var?» diyerek Cebrail’in kendisini daha çok ziyaret etmesini istemiş; bir başka rivayete göre, inanmayanlar Hz. Peygamber’e bazı konularda sorular sormuşlar; Hz. Peygamber, kendilerine yakında bilgi vereceğini söylemiş, fakat Cebrail beklediği zamanda gelmediği için gerekli bilgiyi edinmekte gecikmiş; bu fırsatı kaçırmayan müşrikler: «Muhammed’in Rabbi kendisini unuttu» gibi laflar edince o, buna çok üzülmüştü. Bunun üzerine Cebrail’in sözünü nakleden bu âyet indi.
Müşrik Araplar, Allah ismini sadece, en büyük yaratıcı olan Cenab-ı Hak için kullanırlar, O’nun dışında taptıkları putlara, Allah demeyip «ilâh» derlerdi.
Allah’a en çok âsi olanların ayrılması, müfessirler tarafından şöyle yorumlanmıştır: İsyankârların bir kısmı ayırdedilip cehenneme atılacak; isyanı daha hafif olan ve durumu uygun düşenler ise bağışlanacaklar. Ancak, eğer âyet bütünüyle kâfirlere dair ise, o takdirde bu ayrılma, herkesin, inkârcılık ve isyan derecesine göre çeşitli guruplara ayrılmasıdır ki, buna göre her gurup, sırasıyla, cehennemde durumuna uygun bir tabakaya atılacaktır.
Bir rivayete göre, iyi veya kötü her insan cehenneme uğrayacak, ancak Allah, iyileri yakmayacak, oradan kurtaracaktır. Câbir (r.a.)in naklettiği bir hadise göre, cennetteki müminler, daha önce cehenneme uğrayacaklar, fakat cehennemde onların uğradığı yerlerin ateşi sönecektir. Bir diğer rivayete göre, cennetlik müminlerin cehenneme uğramaları, Sırat’tan geçmelerinden ibarettir.
Müfessirler, bu âyetin inmesine sebep olan olayı şöyle anlatırlar: Fakir bir müslüman olan Habbâb (r.a.)ın, müşriklerin ileri gelenlerinden biri olan Âs b. Vâil’de alacağı vardı. Habbâb alacağını istediğinde Âs ona şöyle dedi: «Muhammed’i inkâr etmedikçe borcumu vermeyeceğim.» Habbâb: «Allah’a yemin ederim ki, ben Peygamber’imi hem hayatım ve ölümüm süresince hem yeniden dirildiğim zaman asla inkâr etmeyeceğim» deyince, Âs şöyle demişti: «Öyle ise, dirildiğin zaman bana gelirsin; o zaman malım ve çocuğum olacağına göre sana olan borcumu öderim!»