Şanı yüce olan Kur’an, i’caz vasfıyla diğer kitaplardan daha yücedir. Çünkü belâgatı en üstün mertebeye ulaştırmış, ayrıca bütün geçmiş kitapların hükümlerini ortadan kaldırmıştır.
Âyette, ihtiyaca ve belli ölçüye göre yağmurun yağdırıldığı onunla toprağa hayat verildiği bildirilen bu durumun dirilmenin açık örneği olduğu kaydedilmiştir.
Binekler, düşünmeye ve Allah’ı tesbihe sevkeden varlıklardır. Bu yüzden sahâbe-i kiram hayvanlarına bindiklerinde, ahireti ve tabutla başlayacak yolculuğu düşünürlerdi. Resûlullah, yolculuğa çıkarken bu âyetleri okurdu.
Burada yahudilerden bir bölümünün Uzeyr’i, hıristiyanların da İsa’yı Allah’ın oğlu saydıklarına, müşriklerin ise melekleri, Allah’ın kızları kabul ettiklerine işaret edilmiştir.
Âyette ifade edildiği gibi kızları Allah’tan, oğulları kendilerinden saydıkları için, kız çocuğunun doğum haberine üzülür ve sinirlenirlerdi. Sonra da kızları diri diri kuma gömerlerdi.
Hz. İbrahim hakkı kabul etmeyen babasının yolunu terketmek suretiyle her zaman ataların taklit edilemeyeceğini göstermiş ve tevhid kelimesini, ardındakilere miras olarak bırakmış, bu yüzden de neslinde Bir Allah’a inananlar eksik olmamıştır. Mekkeliler içinde de «hanifler» adıyla tanınan ve Hz. İbrahim’in inancına sadâkat gösteren insanlar vardı.
Hz. Peygamber’e inanmayanlara göre Kur’an ya Mekke’nin zenginlerinden Velid b. Muğîre’ye veya Tâif’in zenginlerinden Urve es-Sakafî’ye indirilmeliydi. Velid b. Muğîre şöyle demişti: Kureyş’in büyüğü ve efendisi olan ben, yahut Sakîf’in ulusu Ebu Amr b. Umeyr es-Sakafî dururken Kur’an Muhammed’e mi inecek?
Halbuki Allah nazarında yükseklik, zenginlik veya soylulukla değil, takvâ iledir. Kaldı ki Hz. Muhammed, soy itibariyle de onların en şereflisi idi. Yalnız anneden ve babadan yetim kalmıştı, zengin de değildi.
Âyetten, kıyamet gününde yoldan çıkan ve şeytana arkadaş olan kimsenin, kötü arkadaşıyla kendisi arasında uzak bir mesafe olmasını dileyerek görüşmek istemeyeceği anlaşılmaktadır.
Öteki peygamberlerin getirdiği dinler incelendiği zaman anlaşılır ki, hiçbir peygamberin dininde puta tapıcılık yoktur. Bütün peygamberler tevhid inancında birleşmişlerdir.
Âyet, Hz. Musa’nın kavminin azabı görünce, kurtulmak için inanacaklarını bildirdiklerine, böylece azabın kaldırılacağına dair verilen sözü de hatırlattıklarına işaret etmektedir.
Firavun bu sözüyle saraylarını ve altından akan Nil nehrini kasdederek kudret, servet ve ihtişamını ortaya koyuyor ve buna karşılık Hz. Musa’nın zayıflığını ve fakirliğini hatırlatıyordu.
Rivayet edildiğine göre, Hz. İsa ve annesi Meryem’le ilgili bir meselenin konuşulduğu toplantıda müşriklerden biri «Eğer tapılan İsa, Meryem, Uzeyr ve melekler cehennemdeyse onlarla beraber olmaya râzıyız» demiş, bu söze müşrikler gülmüşlerdi. Âyet, onların bu şımarık tavırları hakkında inmiştir.
Âyet, Hz. İsa’nın peygamberlik nimetine erişen ve babasız doğuşuyla da İsrailoğullarına ilâhî kudretin örneği olarak getirilen büyük bir zat olduğunu teyit etmektedir.
Bu âyette Hz. İsa’nın kıyamet için bir bilgi olduğu belirtilerek âhir zamanda onun tekrar dünyaya döneceğine işaret edilmektedir. Nitekim âyetteki «ilim» kelimesi, işaret manasına gelen «alem» şeklinde de okunmuştur. Bunun yanısıra âyeti, «Kur’an’da ahiret için yeterli bilgiler vardır» şeklinde anlayanlar da olmuştur.
Hıristiyan ve yahudilerden bazıları Hz. İsa için Allah, bazıları Allah’ın oğlu, bir kısmı da üçün üçüncüsü dediler ve böyle inandılar. Âyet, onların bu yersiz düşünce ve inançlarının kıyamet gününde acınacak bir azaba maruz kalmalarına sebep olacağını haber vermektedir.
Kâfirler, cehennemin bekçisi olan Mâlik’e âyette belirtildiği şekilde seslenerek ölümlerini isterler. Çünkü ölümleri azap içinde yaşamalarından daha iyidir. Ama Mâlik, onlara hiçbir surette buradan kurtuluş olmadığını bildirir.
Burada Kureyş’in Dâru’n-Nedve’de Hz. Peygamber’e karşı kurdukları tuzağa işaret edilerek, onların tuzaklarına karşılık, helâklerinin takdir edildiği açıklanmıştır. Çünkü kâfirler, Hz. Muhammed’i ve Kur’an’ı sevmediklerini söylemekle kalmıyor, karşı koyma hususunda da kararlar alıyorlardı.
Âyette ifade edildiği gibi, putlar hiç kimseye şefâat edemezler ve yardımda bulunamazlar. Çünkü şefâate yetkileri yoktur. Ancak İsa ve Uzeyr (a.s.) ile meleklerin, dilleri ve kalbleriyle hakkı doğrulayan kişi ve varlıklar oldukları için inananlara şefâat edecekleri anlaşılmaktadır.