Âyet yaratılanların, Allah’ın kudret ve birliğine delâlet ettiklerini, bunların kıyamete kadar varlıklarını devam ettireceklerini, ama inkârcıların kıyameti ve dehşetini kabule yanaşmadıklarını haber vermektedir.
Âyetten anlaşıldığına göre, Hz. Peygamber, kendisinden önce birçok peygamber gelip geçtiğini hatırlatmış, kendisinin ve kavminin dünyadaki durumunun ne olacağını bilmediğini belirtmiş, dikkatlerini eski peygamberler ve ümmetlere çekerek onları uyarmıştır.
Âyette dikkat çekilen husus, Kur’an’ın Allah tarafından gönderilmiş olduğunun teyit edilmesidir. Bunun İsrailoğullarından olan şahidi de bir rivayete göre Hz. Musa’dır, diğer bir rivayete göre ise Abdullah b. Selâm’dır. Tefsirlerde, sûrenin tamamının Mekkî sayılması halinde, yahudi iken Medine’de müslümanlığı kabul eden bu zata işaretin gayb haberi olarak niteleneceği belirtilir. Öte yandan, sûrenin sadece bu âyetinin Medine’de indiği görüşü de vardır.
İlk önce köleler ve fakirler müslüman olunca, Kureyş ileri gelenleri, iman ve İslâm’ın hayır getirmediğini, bunun, bu dine ilk girenlerin seviyelerinden belli olduğunu söylemişler, Kitab’a da dil uzatmışlardı. Âyet inkârcıların bu tutumlarını sergileyip kınamaktadır.
Tevhide yönelmek ve İslâm’a girmek en büyük nimettir. Allah’ın hoşnut olacağı davranışları yapmaya çabalamak, mesela Hz. Ebubekir’in yaptığı gibi kâfirlerin işkencesi altında kıvranan müminlerin kurtuluşunu sağlamak, yapılması gereken yararlı işlerdendir. Ayrıca bütün neslinin sâlih müslümanlardan olmasını istemek de, insanın yapacağı dualar arasında olmalıdır.
Âyet, müminlerin ve kâfirlerin yaptıklarının karşılığına göre derece aldıklarını bildirmekte; iman edenlerin cennette, inkâr edenlerin de aşağıların aşağısı olan cehennemde olacaklarına işaret etmektedir.
Âyette geçen «ahkaf» uzun ve yüksek kum yığını manasına gelen «hıkf»ın çoğuludur. Hûd’un kavmi olan Âd, Yemen’de denize nâzır kum tepeleri arasında oturduğundan bu bölgeye «ahkaf» denmiştir.
Rivayet edildiğine göre bu müthiş kasırga, erkeklerini, kadınlarını, çocuklarını ve mallarını yerle gök arasında savurarak parçalamış ve helâk etmiştir. Sadece Hz. Hûd ve ona iman edenler kurtulmuşlardır.
Âyetin belirttiğine göre, Hûd kavmi, Mekke kâfirlerinden daha büyük kudret ve imkânlara sahip olmuştu. Üstelik kendilerine verilen göz, kulak ve kalple ilâhî nimetin kadrini bilecek ve Allah’a inananacaklardı. Fakat hüccetlere rağmen inkârda direnince, azap, onları helâk etti.
Âyet, Hûd kavminin, Allah’a yaklaştırıcı nesneler olarak inandığı düzmece tanrıların hiçbirinin azabı uzaklaştırmada tesirli olamadıklarını haber verirken ayrıca putları Allah’a yakınlığa vesile saymanın da, boş ve manasız bir kuruntu olduğuna dikkat çekmektedir.
Rivayetlere göre, Hz. Peygamber Tâif seferinde Nahl vadisinde sabah namazı kıldırıyorken, yedi yahut dokuz kişiden teşekkül eden cinler gurubu, Peygamberimizin okuduğu Kur’an’ı dinlemeye gelmişlerdi. Kur’an’ı dinleyip kavimlerine döndüklerinde. 30. âyette meâli verilen sözü söylediler.
Âyetin belirttiğine göre cinler, Allah yolunun dâvetçisi olan Hz. Muhammed’e kavimlerinin uymalarını isterken Allah’ın, günahlarının bir kısmını bağışlayacağını beyan etmişlerdir. Çünkü kul hakkıyla ilgili günahlar, hak sahibinin rızası olmadıkça bağışlanmaz.
Âyette geçen «ülü’l-azm» (azim sahibi peygamberler) Hz. Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed (a.s.)dır. (bak. Ahzâb 33/7) Gerçekten azim sahibi peygamberler, şerîatlarının tebliğ ve tesisinde büyük gayret sarfetmiş, ortaya çıkan güçlüklere ve düşmanlıklara göğüs germişlerdir. Âyette, Hz. Peygamber’e bu büyük peygamberlerin vasıfları hatırlatılırken sabırlı olması istenmiş, inkârcıların azap karşısında durum ve tutumları da tasvir edilmiştir.
Designed by ÖFK En iyi 1024 x 768 pikselde görüntülenir.