Mekke halkı, İslâm’a girmekten çekiniyor, üstelik İslâm’a girenleri de çevirmeye, alıkoymaya uğraşıyordu. Âyet, böyle inkâr içinde bulunan bir topluluğun, fakirlere yemek yedirmek, sıla-i rahim yapmak, esirleri azat etmek, Mescid-i Haram’ın imarına çalışmak gibi amellerinin boşa gideceğini belirterek, bu davranışlarının dünyada faydasını görseler bile, ahirette sevaptan mahrum kalacaklarını açıklamaktadır.
Savaşta, öncelikle, zafere ulaşmak için gereken yapılır. Düşman mağlup olunca sağ kalanlar esir alınır. Esirler ya bağışlanarak veya fidye alınarak serbest bırakılır. Fidye alma, mal veya esir mübadelesi şeklinde olabilir. Savaş ulvî bir gaye için emredilmiştir; bu gayeyi gerçekleştirerek imtihan verenlerin amellerinin boşa çıkarılmayacağı da ayrıca belirtilmiştir.
Âyette hususi bir tevcihle, Mekke kâfirlerine önceki milletlerin evlât ve mallarının tümünün yok edildiği hatırlatılmış, öncekilere benzer sonuçların ve helâkin onların da başlarına geleceği beyan edilmiştir. Genel anlamda ise inkârcılar için bu tür bir örnek her an geçerlidir.
Kâfirlerin iki yüzlü tipini teşkil eden münafıklar, Hz. Peygamber’in huzurunda veya hutbede dinlediklerini, sonradan sırf alaya almak veya maskaralık etmek için, İbn Mes’ûd ve İbn Abbas gibi âlim sahâbilere yanaşarak Hz. Peygamber’in az önce neler söylediğini sormaya yelteniyorlardı. Âyet, onların bu tutumunu açıklayarak davranışlarını kötülemektedir.
Mekke kâfirlerinin kıyametin kopmasını beklemelerini kınayan âyet, kıyametin alâmetlerinin geldiğini hatırlatmaktadır. Hz. Peygamber’in gönderilmesi, ayın ikiye ayrılması gibi olaylar bu cümledendir.
«Hükmü açık sûre», muhkem olan, müteşâbih olmayan sûre demektir. Böylece muharebenin hükmü muhkem âyetlerle kesin olarak ortaya konmuştur. Zaten savaşın zikredildiği her sûrenin muhkem olduğu ve üzerinde nesh vârit olmadığı belirtilmiştir.
Âyetin ifade ettiğine göre, vazifeleri itaat ve güzel söz söyleme durumunda olanlar, savaş isteklerinde de sâdık olmalı, savaşa karar verilince korkup vazgeçmemelidirler.
Âyet, Allah’a verdikleri söze sadakat göstermeyenleri suçlarken, onların iman ve İslâm’dan yüz çevirdikleri zaman cahiliye devrinin âdetlerine döneceklerini, yağma, talan, akraba arasında çekişme ve kız çocuklarını diri diri toprağa gömme gibi taşkınlıkları yapabileceklerini haber vermektedir.
Burada, açık delil ve mucizeleri gördükten sonra, küfre veya iki yüzlülüğe dönenlerin, şeytana uyduklarına, şeytanın da böylelerine uzun ömür telkin ederek emellerini arttırdığına dikkat çekilmiştir.
Âyette münafıkların, Allah Resûlüne düşmanlık yapacaklarına ve onunla birlikte müslümanların savaşmalarını önleyeceklerine dair yahudi ve müşriklere vaadde bulunmuş olduklarına işaret edilmiştir.
Hem Hz. Peygamber’e, hem de müminlere kin besleyen münafıklar, kâfirlere yardım ediyor, buna karşılık iman ve cihad gibi ilâhî hoşnutluğa sebep olacak davranışlara yönelmiyorlardı. Bu yüzden görünürdeki amellerinin boşa gittiği geçen âyetlerde belirtilmiştir.
Rivayet edildiğine göre, bu âyetin nüzulünden sonra Hz. Peygamber’e hiçbir münafık gizli kalmıyor, hepsini simalarından tanıyordu. Münafıkların tanınan bir başka yönleri de konuşmalarıydı. Çünkü onlar Resûlullah’ın huzurunda konuşurlarken müslümanlar hakkında üstü kapalı incitici konuşmalar yaparlardı.
Âyet, müminlerin cihadla ve güçlüğü olan diğer yükümlülüklerle imtihan edileceklerini, ayrıca itaat veya isyanlarının açıklanacağını haber vermektedir.
Hz. Peygamber’e karşı gelenlerin, Kureyş müşrikleriyle onları destekleyen yahudiler olduğu bilinmektedir. Bunların Hz. Peygamber’e düşmanlık adına yaptıkları boşa gittiği gibi sadaka ve benzeri amellerinin de boşa çıkacağı kesindir.
Buna göre müslümanlar düşman karşısında üstün durumda iken, sulh isteğinde bulunamazlar. Aslolan düşman karşısında gevşememek, eziklik hissederek paniğe kapılmamaktır.
Âyet, malların tümünün istenmesi halinde belirecek cimrilik duygusunun, İslâm’a ve Hz. Peygamber’e kin besleme ölçüsüne kadar varacağına temas ederek, insanın mal karşısındaki psikolojik durumunu tahlil etmektedir.