Aynı topraktan ve aynı sudan beslenen bitkilerin her birinin tadı birbirinden çok farklı olan meyveler vermesi, Allah’ın varlığının ve kudretinin en açık delillerindendir.
Mekke müşrikleri dediler ki: «Ey Allah! Eğer bu Kur’an senden gelen bir hak ise, hemen üstümüze gökten bir taş yağdır, yahut bize başka acıklı bir azap getir!» İşte âyette buna işaret edilerek, «Senden iyilikten önce kötülüğü çabucak istiyorlar» denilmektedir. Esasen onlar gerçekte azap istemiyor; aksine bu sözleriyle ilâhî azaba inanmadıklarını gösteriyor, Peygamber’in tehditleriyle alay ediyorlardı.
Müşrikler bilmiyorlardı ki, Allah izin vermedikçe hiçbir peygamber mucize gösteremezdi. Âyette de ifade buyurulduğu üzere, esasen peygamberlerin görevi insanları ikaz etmek, yanlışlardan, sapıklıktan ve haksızlıktan sakındırmaktı.
Her insanın önünde ve arkasında koruyucu ve yazıcı melekler vardır. Bunlar insanı korudukları gibi amellerini de yazarlar. Âyette işaret edilen bir diğer husus da şudur: Allah bir millete başkalarına nazaran bazı üstünlükler ve bazı nimetler verdiğinde o millet, şımarır ve ahlâkını bozar da o nimete liyakatini kaybederse, Allah nimeti onların elinden alır. Millet kendi üstün meziyetlerini bozmadığı müddetçe Allah verdiği nimeti onların elinden almaz.
Allah Teâlâ önceki âyette inananları, gören kimseye, hakkı aydınlığa; inanmayanları kör kimseye, bâtılı da karanlıklara benzetti. Bu âyette ise bir başka teşbih yaptı. Şöyle ki: Hak ve hak ehli gökten inen yağmura; bâtıl ve bâtıl ehli de su yüzündeki köpüğe benzetilmiştir. Nasıl ki yağmur yağdığında derelerden sular akar, insanlar ondan çeşitli şekilde faydalanırlar, kurumuş topraklar hayat bulur ve toprak katmanlarında birikerek gözeler halinde fışkırır, ondan da insanlar faydalanırlarsa, işte hak ve hak ehli de bunun gibi faydalıdır. Hak geldiğinde ölmüş kalpler dirilir, pörsümüş vicdanlar merhametli olma özelliği kazanır. İman neticesinde sayılamayacak kadar faydalar meydana gelir.
Bâtıl ise, selin yüzündeki köpüğe benzetilmiştir. O köpük çabuk kaybolup gider, hiçbir şeye de fayda sağlamaz.
Ayrıca inananlar, süs veya başka eşyalar yapmak için ateşte eritilen altın, gümüş, bakır ve benzeri madenlere benzetilmiştir ki bunlar gerçekten faydalı şeylerdir. Bu madenler eritildiği zaman meydana gelen artıklar vardır ki bunlar bir değer taşımaz. İşte bâtıl ve bâtıl ehli de bunlara teşbih edilmiştir.
Âyetteki «Allah’ın gözetilmesini emrettiği şeyler»den maksat tefsircilere göre akrabalık bağlarını sürdürmek, müminlerle dostluk ve birlik halinde yaşamak gibi ailevî ve içtimaî vazifelerdir.
Rivayet olunduğuna göre, Resûlullah (s.a.) Mekke kâfirlerine İslâm’ı anlattığı bir gün, müşriklerden Abdullah b. Ümeyye el-Mah-zûmî adında birisi dedi ki: «Mekke’nin şu iki dağı bizi çok sıkıyor, bunları buradan kaldır da yerimiz genişlesin. O dağların arasından ırmaklar akıt, ziraata elverişli yerler aç, atalarımızdan ölmüş olan falan ve falan şahısları dirilt de söylesinler bakalım, senin söylediklerin doğru mu değil mi?» İşte bunun üzerine 31. âyet indi. Ve onlara bildirildi ki, peygamber göndermek ve Kur’an indirmekten maksat bu sizin dedikleriniz değildir. Bununla beraber herhangi bir kitap vasıtasıyla öyle şeyler yapılacak olsaydı yine bu Kur’an ile yapılırdı. Ama Kur’an’ın indirilmesindeki hikmet ve gaye her şeyden önce insanları hidayete erdirmek, kalpleri Allah’ın zikri ile tatmin ve tenvir etmektir.
Her vakit ve müddetin Allah katında ayrı ayrı bir yazısı, hikmet gereği verilmiş özel bir hükmü vardır. Bu müddet içerisinde kurtuluşa ermek veya azaba müstehak olmak için insanlara mühlet ve müsaade verilmiştir.
Allah Teâlâ, kaldırmak istediği dinî bir hükmü kaldırır, dilediği başka bir hükmü onun yerine koyar veya indirmiş olduğu hükümleri olduğu gibi ibka eder. Kâinatta birtakım şeyleri yok ederken bazılarını da olduğu gibi bırakır. Netice itibariyle her şey O’nun elindedir. O, daima dilediğini yapma gücüne sahiptir.
Âyette zikredilen, yerin uçlarının eksiltilmesi olayını önceki müfessirler, mecazî manayı nazarı itibara alarak, kâfirlerin memleketlerinin fethi ile onların topraklarının azalması, müslümanlarınkinin ise çoğalması şeklinde yorumlamışlardır. Ancak âyetin hakiki manasını gözönüne alırsak, yerin uçlarından eksiltilmesi, erozyon dediğimiz toprağın yağmur, sel ve rüzgâr gibi tabiî güçlerin etkisiyle yerinden kayması, dağların ve tepelerin aşınması şeklinde yorumlanabileceği gibi, yer küresinde meydana gelen olaylar neticesinde kürenin hacminin noksanlaşması şeklinde de yorumlanabilir.